Başka bir dünya olduğu için mi, yoksa sadece insan kalmak için mi?
İyilik, fedakârlık, adalet, sabır, cesaret… Erdemli olmak, çoğu zaman zor ama yüce bir yol. Peki neden bu yolu seçmeliyiz? Başka bir dünya olduğuna inandığımız için mi, yoksa sadece bu dünyada insan gibi yaşayabilmek adına mı?
Bu sorunun yanıtı, yüzyıllardır filozofların, dinlerin ve düşünürlerin üzerinde durduğu temel bir mesele. Kimi, başka bir dünyanın varlığına inanarak erdemli olmayı gerekli görür. Kimi ise hiçbir ödül ya da ceza beklentisi olmaksızın, sırf doğru olanı yapmak için.
Platon’a göre gerçeklik, bu dünyanın ötesindedir. Erdemli bir yaşam, ruhu o hakikate yaklaştırır. Benzer biçimde dinî inanç sistemleri de başka bir âlemi (cennet, nirvana, kurtuluş) erdemli yaşamla ilişkilendirir. Bu görüşe göre iyilik, insanı yüce olana ulaştıran bir köprüdür.
Öte yandan Aristoteles, erdemin insan doğasına en uygun yaşam biçimi olduğunu söyler. Ona göre başka bir dünyanın varlığına gerek yoktur; insan bu dünyada anlamlı ve dengeli yaşamak istiyorsa erdemli olmalıdır.
Kant ise, içimizde var olan ahlak yasasının, başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan bizi doğru olana yönelttiğini savunur. Ona göre, insan ancak özgür olduğunda ve bu özgürlüğü sorumlulukla taşıdığında ahlaki davranabilir. Erdem, içsel bir zorunluluktur.
Varoluşçular için ise durum farklıdır. Tanrı’nın olmadığını kabul eden Sartre, buna rağmen insanın kendi değerlerini yaratmak zorunda olduğunu savunur. Camus, hayatın absürd oluşunu kabul eder, ama buna rağmen insanın erdemli olması gerektiğini söyler. Çünkü başka bir anlam yoksa bile, biz insan kalmak için bunu seçeriz.
Erdemli olmak, bazen başka bir dünyaya inanmakla başlar; bazen ise başka bir dünya olmadığını kabul etmekle. Ama her durumda ortak bir gerçek var:
Çünkü başka türlü yaşamak, kendi kendimize ihanet olur.